24 Aralık 2010 Cuma

Lezzet Durakları

"Malum işim gereği çok gezmekteyim ve farklı yerlerde yemek yiyorum bikbik..." gibi bir giriş yapmak istemiyorum, durum net, açık; yemek yediğim yerler hakkında yorumlar yapmak istiyorum, küstah küstah, eğlenceli olcak gibi la :D

1- İlk olarak Forum Aydın'daki Alin's Cafe'deki bir deneyimimden bahsedicem. Mekan gayet güzel, servis yavaş ancak güler yüzlü insanlar, yemeğe gelecek olursak; bildiğin elma dilimli patates. Ama fırında, kaşar ve salçalı soslu, patates krizine gayet iyi gelecek bir tedavi, yanında da bi bira patlatılabilir. Ahanda fotoz;



2- Farklı makarna keyfi için Balçova Kipa'da bulunan Macorni By Sesa'yı tavsiye ederim. Yaklaşık 15 çeşit makarnaları var, deniz ürünlerini sevenlerin özellikle uğramasını öneririm ama şimdi bahsetmek istediğim makarna, bildiğiniz düz Napoliten; tavsiyem domates sosunu az koydurun. Ha bu arada dayanamadım, giriştikten sonra çektim fotoğrafı.

3- Urla'nın katmeri mehşur, bence ağır ve yağlı. Bu yazı dizisinde (olm iyice yazar moduna girdim) özellikle sona sakladığım bir yemek var ki, Urla'da mantı keyfi. . Neyse mantı da çok süper değildi, iyidi, eminim hepimiz daha iyi mantılar yemişizsdir ancak mekanın albenisi bambaşka, oturduğun yerden tükürsen denize ulaşacak manzarada yemek yemek daha keyif verici oluyor.




16 Kasım 2010 Salı

Acil Durumcuk

Twitter ve benzeri sosyal ağların hayat kurtarma ihtimalini pek düşünmemiştim. Ancak bisikletçi Leigh Fazzina'nın pek bir işine yaramış, ormanda yokuş aşağı inerken taklayı basıvermiş ve ciddi bir sakatlanma yaşamış, şans bu ya, telefonu da çok iyi çekmiyormuş. O da sarılıp telefona, Twitter aracılığı ile yardım istemiş. Buradaki incelik telefonun konuşmak için çok iyi çekmediği yerlerde sms bağlantısı veya internet bağlantısı daha kuvvetli olabiliyor, yardım veya benzeri acil durum çağrılarıdan bu tip bir çözüm ile birden çok kişiye ulaşmak mümkün, aklınızın bir köşesinde bulunsun...

28 Mayıs 2010 Cuma

(Oğlan + Kız) x Bizim

Arkadaş olacaksa böyle düğün, dernek olsun. Düğün eminim mega telaşe birşeydir, detaylar, elitiler, simli ablalar falan ama işin bu kısmısı zevklidir be. Düşünsene bu cihazın aynasına havlu bağlandığını, teytey diye. Dur ya, yoksa sünnette mi havlu bağnalıyordu aynaya? Neyse motorsiklet candır ama 4 teker senin yerin bende başka bebeğim...



23 Mayıs 2010 Pazar

Marduk Vs Sonisphere

Marduk gelecekmiş, yakıp, yıkacakmış, geçiceksiniz bunları...Kıyametin tarihi belgelendi bile !!!

14 Mayıs 2010 Cuma

Nerelerdesin be?

Cem özledim kardeşim seni. Geçen haftasonu sizin evin oralardaydım, çok kötü oldum. Ömer'i de, Tuzcuoğlu Residence'ı da başka bir özledim...


Cem'in sevdiği Starwars'dan bir temsili fotoğraf, soldan sağa; Cem; ya yobaz ya, Noyan; hemen bi tepki, Ömer; tabi ki ve her zaman olduğu gibi duruyor...

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bisikletlen

Çok küçük yaşlardan beri bu bisiklet tutkusu vardır bende. Gayet net bir şekilde üç tekerlekli bisikletten, iki tekerleğe geçişimi hatırlarım. Belki de hayatımın hep en keyifli anları olduğu için bu kadar eski anılarımı unutamam. Yaşıtlarım anaokulu, kreş gibi eğitim yuvacıklarına giderken (aralarındaki farkı hala bilmem neyse biz süt okulu diyelim) süt okullarına giderken ben sokakta çıyan gibi gezinirdim bisikletlen. Belki en son adam gibi gezinmem 2002'de olmuştur, o zamandan beri boşlamıştım. Hani hep otonom sistemi anlatırken "bir kez öğrenildiği zaman unutulmaz" geyikleri vardır ya, galiba bana başka getirisi de oldu, bağımlılık yarattı. Biraz kendime hayıflanıyorum, neden bu kadar ara verdim diye?
Bu uzun arayı yaklaşık bir buçuk ay önce yeni bir bisiklet alarak kapatmaya çalışıyorum. Bol bol bisiketle gezerek, bisikletsiz geçen günlerin acısını çıkartıyorum resmen. Çoğu insan bilir bisikletle gezmenin keyfi, o yeni yerlere keşif duygusu çok farklıdır. Uzun yolculuklar, çeşitli maceralar...


Gerçek bir Steel Dragon

Bu tutkulu halimi tabi ki etrafımdakilere de bulaştırıyorum. Küçük çaplı gezilerin yanı sıra daha bir kaç uzun yol yaptık. Gayet keyifli geçiyor ve kafamda tasarladıklarımı faaliyete geçirebilirsem, güzel bir ekiple, güzel geziler bizi bekliyor...


Temsili ekip gezisi

28 Nisan 2010 Çarşamba

Range Rover

Sen de olmasan Türkiye'de ne mafya, ne de zengin adam dizisi çekilebilirdi, teşekkürler...


8 Nisan 2010 Perşembe

Höşgörüyea

İki seferdir yazıp yazıp siliyorum, bir türlü yazdığımı beğenmiyorum, sıkıntı geldi sıkıntı, ondandır. Neyse mevzu şu; sevdiceğimlen Agora ortamlarında takıldık bundan bir kaç hafta önce. Onu uğurladım, kentkart doldurayım dedim. 10 Liralık tam reca ettim, 10 olmaz, herkese 5 Liralık en fazla dediler. O esnada içimden ulan sana arabada 5 evde 15 diye geçirdim, sakin bir şekilde sordum, peki neden? Nedeni şu pazar, gece vakti kentkart bakiyelerini bitirip de kimse yolda kalmasın,herkes kentkart doldurabilsin diye bakkal amca böyle bir şey tercih etmiş, bildiğin çok düşünceli adamlar lan.

9 Şubat 2010 Salı

Come On Chicks

Canım sıkkın, ekrana bakarken elim istemeden bir klasöre gitti, aslında içimdeki bu isteksizliğin asıl sebebi özlemdi. Açtım doya doya fotoğraflara baktım o güzel anımızı canlandırdım. Gelin bu güzel anımı en baştan başlayarak anlatayım.
Bundan yaklaşık dört buçuk sene önceydi, okuldan çıkmış otobüs ile eve giderken cep telefonum çaldı, baktım yurt dışından tanımadığım bir numara. Hem bir İzmir'li olarak, belediye otobüsünde açılan telefon stresini yaşamamak için hem de tanımadığım bir numaranın gerginliğini yaşamamak için meşgule attım. Bir daha aradı yine meşgule attım. Israrcı bir kaç kez aramanın ardından, bu numaradan bir mesaj geldi; "açsana lan". Kimdir bu, nedir demeye kalmadan eve yakın bir durakta indim ve iner inmez tekrar telefon çalmaya başladı, açtım ve karşımdaki ses; "bu bir ücretli aramadır..." kabul ettim, bu sefer telefonun ucundaki sesi hemen tanıdım, bu Max'dı (Max Cavalera "Soulfly"). "Olm niye açmıyon lan şerefsiz" tipindeki konuşmalarından sonra İstanbul'a geleceğini öğrendim, bu habere cidden çok sevindim. Bu mutluluğu hemen en yakın arkadaşlarım Öğünç, Cem ve Caner'le paylaştım. Yapılan planların ardından bizim oğlanı görmeye İstanbul'a gittik. Önceden giden Cem, sağ olsun kalacağımız yeri organize etmiş, Barış da yardım etmiş. 3 gün 3 gece goriller gibi ıslak hambuger yiyip, it gibi bira içtik. O gece geldi çattı, Max'ı görecektik. Nasıl efendi, nasıl kadirşinas bir çocuk anlatamam size. Bize bir eğlence tertiplemiş Yeni Melek Gösteri Merkezinde. Böğür eğlendik, böğür eğlendik...
Kısa ama her dakikası dolu dolu 4 gün geçirmiştik. Şimdi buralarda canım sıkılıyor siz yokken. Caner Japonya'ya gitti, belki her gün konuşuyoruz ama yetmiyor. Öğünç Ankara'da, telaşesi var hayvanatlardan yana. Cem de askere gitti, çok az haberleşiyoruz...Olm çok özledim lan sizi...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Evet

İnsanoğlu farketmez hayatına giren küçük detayları. Nasıl onunla bütünleştiğini, nasıl hayatının bir parçası olduğu. Aynı şekilde kelimeleri nasıl öğrendiğimize dikkat etmeyiz. Bir anda çıkar ağzımızdan, bir de bakmışız cümleler içinde geziniyor, anlatım yeteneğimize ışık tutuyor. Hatta ağzımıza pelesenk oluvermiştir bazıları da...
Bu hikaye de öyle olanlardan bir tanesinin hikayesi. Onun adı; "e yani". Unisex bir kelime, kullanım yerine, mimiğe göre çok değişik anlamlar katabilir olaylara. Açıkcası bayanlara daha çok yakışıyor gibi geliyor bana ama malum zevk meselesi, belki de bayanlar daha çok kullanıyor diye ben öyle yakıştırdım. Dedim ya kullanım yerine göre şekli değişiyor diye; kafanızı hafif italic yapıp, göz kapaklarınızı da hafif açıp, kapatarak söylerseniz; "sana katılıyorum ama yeni fikirlere de açığım" demek oluyor. Ha gerdanınızı çıkarta çıkarta, kafanızı geriye yaslayıp, gözlerinizi de patlatarak söylerseniz; "tabi ki dediğin doğru, bunun doğrusunu ben biliyordum ve sen yeni fark ediyorsun" anlamı katıyor hem de birazcık küçük düşürücü bir tavırla, hatta herıld efekti ile süslenebilir.
Şimdilik aklıma gelenler, yaptığım gözlemler bunlar, bilmediklerim varsa siz de eklersiniz ama benim en uyuz olduğum tavrı anlatmak istiyorum şimdi size. Çaresizliğin doğurduğu "e yani". Dostlarım o ifade ile bu kelimeyi duyarsam içimde oluşan kini, nefreti inanın bana Children Of Bodom parçaları bile anlatamaz. Menünden uçan tekme sipariş ederim kelimeyi sarf edene, küfür sarrafı ederim onu edebiyat aleminde...Neden mi bu kin? Neden bu mi bu nefret? Çünkü o söylemin altında şu yatıyor; "hıhı tabi, yarım dinliyorum seni ve bu konu hakkında pek fikrim yok keza diyecek bir lafım da yok, bari sana katılıyormuş gibi yapayım da en azından egonu tatmin edeyim, beni bu durumdan sadece e yani kurtarır". Bir de bunu hafif gülümseme ile yaparlar, anırma şekilde; e yani ıghaıgha...