Fazla futbolla ilgilenmem, süper bir Fenerbahçe taraftarı değilim. Skorlara bakarım, denk gelirse golleri izlerim. Arada bir de derbi maçlarını dostlarla izlerim, keyif alırız. Gerçi son FB-GS maçında bir arkadaş pek keyif almadı, ortamı terk etti. Onun adını burda verip, rencide etmek istemiyorum. Neyse futbol konusuna geri dönersek, Fenerbahçe'nin İspanyol topçusu Guiza'dan bahsetmek istiyorum biraz. İlk gördüğüm anda tipine bakarak; "Bu adam Aliağaspor'da oynuyo ve adı da Tolga olmalı" dedim. Güzel bir golcü ama şeytanın bacağını tam olarak kıramadı, bir eksiklik var. Kendisi de bulamadı gibime geliyor bu eksikliği. Umarım bu eksikliğini tamamlayınca bol goller atar, keza kendisinde bu potansiyel var. Yazımı bir fotosuyla bitirmek istiyorum. Beşiktaş derbisinde boş kaleye atamadığı an...
30 Kasım 2008 Pazar
29 Kasım 2008 Cumartesi
Chevrolet Aveo
Karbon salınımı ile artan küresel ısınma, ekonomik krizlerle artan petrol fiyatları yüzünden Chevy kendi tarzına uygun; büyük motorlu, geniş araçları artık pek üretmiyor. Daha çok Avrupa piyasasına adapte olabilmek için tarzını tamamen değiştirdi. Bir türlü yeni araçlarına gözüm alışamamıştı ancak Aveo'da beni çeken bir şey vardı. Üzerine Citroen'e ayar veren bu reklamı da görünce iyice sevdim bu modeli...
28 Kasım 2008 Cuma
Tadında Bırak
Akide Şekeri
" o gün, okulun bitmesi ile birlikte çantamı sırtıma taktım ve etrafa baka baka eve doğru yürüdüm. Güneş her zamankinden daha parlak, daha sıcaktı. Son 3 aydır bu kadar açık, sıcak bir hava olmamıştı. Mahallemize girerken her gün yaptığım gibi mahalle bakkalımız Tonton amcaya selam verdim, tabi ki onun yaramaz kedisi Minnoş'u da unutmadım. Bakkalın hemen yanındaki manav Nermin teyzenin de bugün neşesi yerindeydi, gülümsedim, o da bana bir adet elma attı, teşekkür ettim. Daha sonra her zaman uğradığım şekerci olan Orhan Ağabey'e gittim, selamlaştık ve bir paket akide şekeri aldım. O eşsiz kokusuna yenik düştüm ve ağzıma bir adet atıverdim. Apartmanımıza geldiğimde yöneticimiz olan emekli Mümtaz amcaya da bir adet akide şekeri ikram ettim, eve çıktım..."
ve bu hikaye böyle homoca devam eder gider. İlk öğretim çağlarımızda, özellikle 5,6,7. sınıflarda edebiyat derslerimizde ne de çok okuttular bize böyle homo hikayeleri, yasaklansın ulan. Aklıma geldikçe midem bulanıyor. Kendimize erken müdahale etmişiz de metali seçmişiz. Yoksa kendimi ilçe içi komposizyon yarışmasına hazırlanırken buluverirdim, varey varey...
Boş bulundukça kendi kendime bu tip hikayeler uyduruyorum ve çok gülüyorum, denemenizi tavsiye ederim. Favorim; haksızlığa uğramış orta okul öğrencisi, ailesi buna her zaman "kendini ezdirme, hakkını ara" tavsiyesinde bulunmuştur hep. Kesin anne öğretmen falan neyse ben susayım yoksa burdan da sardırıvericem yeni bir hikayeye...
ve bu hikaye böyle homoca devam eder gider. İlk öğretim çağlarımızda, özellikle 5,6,7. sınıflarda edebiyat derslerimizde ne de çok okuttular bize böyle homo hikayeleri, yasaklansın ulan. Aklıma geldikçe midem bulanıyor. Kendimize erken müdahale etmişiz de metali seçmişiz. Yoksa kendimi ilçe içi komposizyon yarışmasına hazırlanırken buluverirdim, varey varey...
Boş bulundukça kendi kendime bu tip hikayeler uyduruyorum ve çok gülüyorum, denemenizi tavsiye ederim. Favorim; haksızlığa uğramış orta okul öğrencisi, ailesi buna her zaman "kendini ezdirme, hakkını ara" tavsiyesinde bulunmuştur hep. Kesin anne öğretmen falan neyse ben susayım yoksa burdan da sardırıvericem yeni bir hikayeye...
Zibidi
Macerayı ve seyahatı severim. Uzun zamandır ne kamp yaptım ne de bir yolculuğa çıktım. Bu hafta elime geçen İstanbul yolculuğu ile bu özlemimi az da olsa giderdim. Askeriyede işlemlerimi başlatmıştım ancak daha önce olduğum böbrek ameliyatı nedeniyle doktorlar daha detaylı bir sonuç istediler. Bu detaylı kontrol dediğim olay böbrek sintigrafisi. Bu sebeple İzmir'deki askeri hastaneden İstanbul'daki askeri hastaneye sevk edildim. Gittim ve malesef haftaya Salı günün randevu alabildim. Beklemem gereken 6 gün vardı. Kararsızdım. En azından o gün kalayım dedim, en uygun olan Ervin'di. Ervin'in işten gelmesini beklerken tabi ki Taksim'de İstiklal'de gezdim tek başıma. Çok uykusuz ve çok yorgundum, çantam da ağırdı. Az da olsa keyif aldım ama...
Bol yağmur yedikten sonra kendimi küf kokan metro ile Cevahir alışveriş merkezine attım. Burada bir kez daha özledim İzmir'im güzel metrosunu. Buluşmaya Ervin'de geldi ve evine geçtik. Ev o an benim için ciddi anlamda çok mutluluk vericiydi. Yanımda Ervin'im vardı, ne de çok özlemişim güzel insanı... Biraz geyikten sonra uykusuz, yorgun bünyemi dinlenmeye aldım. Yaklaşık 11 saatlik bir uykudan sonra gözlerimi İstanbul'da açtım. Camları ıslak, soğuk, kasvet dolu İstanbul'da. Sokaklarda kornadan oluşan kaos ve bitmek bilmeyen bir telaşe. Aileme, dostlarıma, sevgilime danıştım ne yapsam ne etsem diye... Kırk yılda bir gelmişim, gezeyim tozayım dedim kendime. Fark ettim ki hava kötü olunca ve yanımda sevdiklerim olmayınca İstanbul pek de keyifli değilmiş. Bir Öğünç, Caner, Cem, Serhat, Den ve bir anda aklıma gelmeyen nice dostlarım. Hele deli sevgilim olsa bambaşka olurdu kesin. Dedim buralar dar bana, dar olmasa bile daral geldi, tapagaz çıktım evden, aldım bilet. Benim vardır böyle ani kararlarım, zibidiliklerim. Geldim İzmir'e, köyüme... Yolculuğum gün batımına denk geldi, inanılmaz keyifli yolculuk yaşadım, huzur buldum biraz ama İzmir'e varınca daha da büyüdü bu huzur, dostlarımı görüp, sevgilime sarılınca her şey tamam oldu.
Bol yağmur yedikten sonra kendimi küf kokan metro ile Cevahir alışveriş merkezine attım. Burada bir kez daha özledim İzmir'im güzel metrosunu. Buluşmaya Ervin'de geldi ve evine geçtik. Ev o an benim için ciddi anlamda çok mutluluk vericiydi. Yanımda Ervin'im vardı, ne de çok özlemişim güzel insanı... Biraz geyikten sonra uykusuz, yorgun bünyemi dinlenmeye aldım. Yaklaşık 11 saatlik bir uykudan sonra gözlerimi İstanbul'da açtım. Camları ıslak, soğuk, kasvet dolu İstanbul'da. Sokaklarda kornadan oluşan kaos ve bitmek bilmeyen bir telaşe. Aileme, dostlarıma, sevgilime danıştım ne yapsam ne etsem diye... Kırk yılda bir gelmişim, gezeyim tozayım dedim kendime. Fark ettim ki hava kötü olunca ve yanımda sevdiklerim olmayınca İstanbul pek de keyifli değilmiş. Bir Öğünç, Caner, Cem, Serhat, Den ve bir anda aklıma gelmeyen nice dostlarım. Hele deli sevgilim olsa bambaşka olurdu kesin. Dedim buralar dar bana, dar olmasa bile daral geldi, tapagaz çıktım evden, aldım bilet. Benim vardır böyle ani kararlarım, zibidiliklerim. Geldim İzmir'e, köyüme... Yolculuğum gün batımına denk geldi, inanılmaz keyifli yolculuk yaşadım, huzur buldum biraz ama İzmir'e varınca daha da büyüdü bu huzur, dostlarımı görüp, sevgilime sarılınca her şey tamam oldu.
23 Kasım 2008 Pazar
Ultimate Survival Vs Survivorman
Discovery Channel'ı az çok takip ediyorsanız bu iki programdan haberiniz vardır. Bu tip bir programla yaklaşık iki sene önce, Bear Grylls (Ultimate Survival olan ki programın adı sonradan Man vs Wild oldu) sayesinde tanıştık. Bir adamı salıyorsun kimsenin olmadığı, yaşanmanın imkansız olduğu bir bölgeye, herifin doğa ile cebelleşmesini izliyorsun. Bear programa uçaktan veya helikopterden paraşüt ile atlayarak başlar, çekim ekibi ile devam eder, zor olan yerlerde çekimi tek başına yapar. Yanında paraşüt ipi, çakı ve matara vardır, bölgenin koşuluna göre fazla ağırlık yapmayacak üç, beş ekipman daha alır. Dırdırsızca görevini tamamlar, şikayet etmez, kararlıdır, ne yaptığını bilir. Gel gelelim Survivorman'deki amcamız Les Stroud'a. Kendisi biraz daha yaşlı, etnik, tutkulu. Benim çekim ekibim yoktur, ben bu işi yalnız hallederim havası vardır kendisinde. Kararsız, avcılık yeteneğinden yoksun bir insan kendisi ama olsun biz onu da sevdik...Sonuçta doğayı sevmişiz biz, gönül vermişiz bu yola.
Öneriler
kirli ellerle gözlerini ovuşturma
kış geldi, gribe dikkat
öyle bilmediğin yerde yemek yeme
radyasyondan koşularak kaçılmaz
acil durumlarda ulaşman gereken kişilerin numaralarını ezberle
az da olsa ilk yardımı bil
depremde hemen masa altına gir, aç kalırsan tatakları yersin
tv, bilgisayar karşısında fazla vakit geçirme
el freni çekmeyi unutma
22 Kasım 2008 Cumartesi
Atakent
20 Kasım 2008 Perşembe
Sevgi Dili
Kaynana Dili
Bugün annem ve teyzem Çeşme'ye gitmişlerdi. Kaktüsün meyve verdiğini gören annem dayanamayıp, dalmış kaktüse, çormuş 2-3 tane meyvesinden. Kaynana dili isimli kaktüs meyvesini ilk defa Olympos'ta yemiştim, bugün ikinci kez yemek nasip oldu. İlk seferde olduğu gibi bu seferde de ağzımdan çekirdek temizlemekten yoruldum. Çekirdekler tam tüf tüf mermisi. Alacan boruyu paso vurcan bizim kediyi, eğlenceli olur. Çok ısrar etmiyorum yemeniz için ama tatmakta bir fayda var.
16 Kasım 2008 Pazar
Ruh Gıdası
Herkes müzik dinler, kendince kulağına hoş geleni...Galiba eskiden müziğin değeri çoktu, kaset alırdık, yıpranacak diye dinlemeye kıyamazdık, boş kasetleri doldurup birbirimize armağan ederdik. Sonrada CD geldi hayatımıza. Ses kalitesi daha güzel, daha uzun ömürlüydü. Diskman'inde dez avantajı, Walkman gibi kolay cepte taşınmazdı. O zamanlar albümlerdeki tüm şarkılar tek tek dinlenirdi, hakkı verilirdi. Mp3 ile beraber tonlarca parçayı yükledik, gün boyu dinledik, sadece en popüler parçaları, B taraflarını es mi geçtik?
7 Kasım 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)