" o gün, okulun bitmesi ile birlikte çantamı sırtıma taktım ve etrafa baka baka eve doğru yürüdüm. Güneş her zamankinden daha parlak, daha sıcaktı. Son 3 aydır bu kadar açık, sıcak bir hava olmamıştı. Mahallemize girerken her gün yaptığım gibi mahalle bakkalımız Tonton amcaya selam verdim, tabi ki onun yaramaz kedisi Minnoş'u da unutmadım. Bakkalın hemen yanındaki manav Nermin teyzenin de bugün neşesi yerindeydi, gülümsedim, o da bana bir adet elma attı, teşekkür ettim. Daha sonra her zaman uğradığım şekerci olan Orhan Ağabey'e gittim, selamlaştık ve bir paket akide şekeri aldım. O eşsiz kokusuna yenik düştüm ve ağzıma bir adet atıverdim. Apartmanımıza geldiğimde yöneticimiz olan emekli Mümtaz amcaya da bir adet akide şekeri ikram ettim, eve çıktım..."
ve bu hikaye böyle homoca devam eder gider. İlk öğretim çağlarımızda, özellikle 5,6,7. sınıflarda edebiyat derslerimizde ne de çok okuttular bize böyle homo hikayeleri, yasaklansın ulan. Aklıma geldikçe midem bulanıyor. Kendimize erken müdahale etmişiz de metali seçmişiz. Yoksa kendimi ilçe içi komposizyon yarışmasına hazırlanırken buluverirdim, varey varey...
Boş bulundukça kendi kendime bu tip hikayeler uyduruyorum ve çok gülüyorum, denemenizi tavsiye ederim. Favorim; haksızlığa uğramış orta okul öğrencisi, ailesi buna her zaman "kendini ezdirme, hakkını ara" tavsiyesinde bulunmuştur hep. Kesin anne öğretmen falan neyse ben susayım yoksa burdan da sardırıvericem yeni bir hikayeye...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
çene yapına hayranım :))
Yorum Gönder